Diğer merkezlere Mevlevilik Ulu Arif Çelebi döneminde ulaşmış olmasına karşılık Tokat’a Muiniddin Süleyman Pervanenin ile aralarındaki dostluk sebebiyle Mevlana Celaleddin Rumi hayatta iken gelmiştir. Mevcut yapı Tokat’taki üçüncü Mevlevihane olup ahşap olarak yapılmış olması sebebiyle Anadolu’nun en güzel Mevlevihanesidir. Müştemilatıyla günümüze bütün olarak gelmiş nadir Mevlevihanelerdendir.
Anahtar Kelimeler: Tokat, Mevlevihane Muiniddin Süleyman Pervane, Ulu Arif Çelebi, Mevlana Celaleddin Rumi
ABSTRACT
Althouh Mevlevi brotherhood reached other centers during Ulu Arif Çelebi, which is later than the period of Mevlana, it reached Tokat during the time of Mevlana. The reason for this was the friendship between Mevlana and Muiniddin Süleyman Pervane, who lived in Tokat. The current building is the third Mevlevi lodge in Tokat and the best wooden dervish lodge in Anatolia. It is one of the rare Mevlevi dervish lodges standing today with all the premises.
Tokat günümüzde az bilinir bir şehir olmakla birlikte, 1074 tarihinde Danişmet Ahmet Gazi tarafından fethedilmesi ve Niksar Merkezli Danişmentoğulları Beyliğinin kurulması ile birlikte Anadolu’nun Müslüman Türk coğrafyası olmasında en önemli merkezlerden biri olmuştur. Anadolu’nun içlerine, batıya ve Karadeniz kıyılarına yapılan fetihler bu merkezden yönetilmiştir. İlk fetih hareketleri için önemli bir kent olmasının yanında, Anadolu Türk Mimarlığının 11. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar en güzel örneklerle, kesintisiz izlenebileceği, Anadolu Selçuklularının en önemli altı, Osmanlının en önemli on şehrinden biridir.
Ayrıca Tebriz ve Bağdat’tan gelip İstanbul’a ve Karadeniz limanlarına giden yolların kavşak noktası olduğundan, bütün kervanların uğradığı bir yer olması sebebiyle iktisadi ve kültürel gelişmişliğinin yanında, ilmi açıdan da ileri bir yer olup Osmanlı döneminde İbn-i Kemal ve Mustafa Sabri Efendi’nin de içlerinde bulunduğu altı Şeyh-ul İslam çıkarmıştır.
20. yüzyılın en önemli Kültür Adamlarından Prof. Dr. Süheyl ÜNVER hocamızın 1961 yılında Tokat’la ilgili yazdığı raporundan yapacağımız alıntı bu kentin doğru tanınmasına önemli bir katkı sağlayacaktır.
“Tokat’ta bir bir, yer yer dolaşarak gördüğüm eski eserler hakkındaki intibalarımı size söyleyeyim, İstanbul’da, Konya’da, Bursa ve Edirne’de bulunmayan en güzel eserler inanın bana Tokat’ta vaktiyle İbni Kemal, Molla Hüsrev, Molla Lütfi, Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa, Şeyh Emin Efendi gibi büyüklerin vatanı olan Tokat meğerse ne imiş. Anadolu’da en çok abidesi olan bir şehir. Hani Selçuklularla Osmanlılar adeta yarışa girmişler Birinden birisi bir tane fazla amma hangisi, doğrusu sayamadım.
Açık konuşayım, bu eserler 300 ile 800 yaş arasında birer Tokat Azizi. Bu kadar yıldır orasını millileştirmiş ve ruhumuzu aşılamış”
Evliya Çelebi şehirden şu şekilde bahsetmektedir.
“Bu havası hoş şehrin dört tarafından bahçe ve bostanlar içinde sular akar. Bu bahçelerde bülbüllerin sesi insan ruhuna rahatlık verir. Meyveleri lezzetli ve latif olup, her tarafa hediye olarak gönderilir. Her bağında birer köşk, havuz, fıskiyeler ve çeşitli meyveler bulunur. Halkı zevk ehlidir. Gariplerle dostturlar, kin tutmaz hile bilmez, deryadil, halim selim insanlardırlar. Herkese iyi zanda bulunurlar. İyi geçinirler hayır yapıları yapmaya hevesleri çoktur. Camii, saray, köşk ve imaretleri o kadar metin ve güzel olur ki, bunlara girenler hayran olur. Şehir geniş ve ucuz bir yer olup dünya yüzünde eşi yok gibidir. Yılın her zamanında halkın nimetleri boldur. Hacı Bektaş Veli’nin hayırlı ve bereketli dualarıyla bu eski tarihi şehir “âlimler konağı fazıllar yurdu ve şairler yatağıdır”
Şehirle ilgili en güzel sözü Hazreti Mevlana Fihi Mafih te söylüyor:
“Tokat’a gitmek lazım. Çünkü o tarafın iklimi mutedildir. Antakya tarafının da böyledir. Fakat orada daha çok Rumlar vardır, ekseriyetle dilimizi anlamazlar.”
Menakıb-ül Arifin’de Konya 140, Kayseri 35, Tokat 16, Sivas ise 10 defa anılmaktadır. Tokat, Konya ve Kayseri’den sonra ismi en çok anılan şehirdir.
Mevlevilikle ilgili en eski kaynak Ahmet Eflaki Dede’nin Menakıb-ül Arifin kitabından:
“Bir gün mübarek medresede büyük bir sema vardı. Zamanın ariflerinden Şeyh Fahreddin-i Iraki o anda cezbelenip hırkası ve tahfifesi düşmüş bir halde dolaşıyor ve bağırıyordu Mevlana hazretleri de diğer köşede sema ediyordu. Mevlana Ekmeleddin Tabip bütün umera ve ulema seyrediyordu. Sema’dan sonra Ekmeleddin Tabip “Hudavendiğar Şeyh Fahreddin-i Iraki hakikaten bundan sonra hoş düşler görecek” dedi. Mevlana Hazretleri: Eğer başını bu tarafa çevirip uyursa…” buyurdu. Nihayet Şeyh Fahreddin, Mevlana’nın inayet nazarına mazhar oldu. Mevlana’nın müsaadesiyle Muineddin Pervane Şeyh Fahreddin’i Tokat tarafına çağırdı ve onun için yüksek bir hankah yapılmasını emretti. Fahreddin o hankahın şeyhi oldu. Şeyh Fahreddin daima medresedeki sema’da hazır bulunur ve Mevlana’nın büyüklüğünden söz ederek ah çekip “Hiç kimse Mevlana’yı gerektiği gibi anlayamadı. O bu dünyaya garip olarak geldi, garip olarak gitti derdi.(1)
Menakıb’taki bu ifadelere rağmen, neredeyse bütün kaynakların Fahredin-i Iraki’yi Sühreverdiye tarikatına mensup olarak anmaları fevkalade şaşırtıcıdır. Evet Iraki Konya’ya gelemeden önce o muhitlerde bulunmuştur ancak oldukça net bu tanıklığa dayanarak onun Hazreti Mevlana’ya bağlılığını kabul etmek zorundayız.
Hiç şüphesiz bu erken tanışıklığın sebebi eşi Gürcü Hatun’la birlikte, dönemin Tokat Emiri Konyalı Muineddin Süleyman Pervane’nin Hazreti Mevlana’ya içten bağlılığıdır. Muiniddin Süleyman Pervane Anadolu Selçukluları tarihinde 13. yüzyılın ikinci yarısının en önemli siyasi figürlerinden biri olması yanında, erken dönem Mevlevilik tarihi ve Tokat tarihi açısından da çok önemli bir kişiliktir.
Konumuzun dışına bir miktar çıkma tehlikesi olmakla birlikte Muiniddin Süleyman Pervane ile ilgili tarih kitaplarında ve internet kaynaklarında aleyhinde söylenen sözlerle ilgili, Fihi Mafih’ten bir alıntı yaparak birkaç söz söylemek istiyorum. Hazreti Mevlana’nın bir uyarısı irşadı var şöyle söylüyor:
Pervaneye dedim ki: Sen önce Müslümanlığa kalkan oldun. Kendimi feda edeyim de Müslümanlık güçlensin, Müslümanlar çoğalsın, aklımı, tedbirimi kullanayım da Müslümanlık gelişsin dedin. Kendi fikrine güvendin. Her şeyi Tanrı'dan bilmedin. Böyle olunca da Ulu Tanrı o gayreti, Müslümanlığın zararına sebep kıldı. Çünkü sen Tatar'la bir olmuşsun, Şam'lıları, Mısır’lıları yok etmek, İslâm ülkesini yıkmak için onlara yardım ediyorsun, Şu halde Tanrı'ya yüz tut, çünkü korkulacak bir hal bu. Sadakalar ver de seni, kötü bir hal olan şu korkudan kurtarsın. Ondan umut kesme. Öyle bir ibadetten, böyle bir suça attı seni; fakat o ibadeti kendinden gördün de o yüzden suça düştün. Şimdi suçlu olsan da umut kesme ondan; yalvar-yakar, o ibadetten suçu meydana getirenin, şu suçtan bir ibadet meydana getirmeye de gücü yeter. Sana bir pişmanlık verir, önüne sebepler çıkarır da gene Müslümanların çoğalmasına, Müslümanlığın kuvvetlenmesine çalışırsın. Umut kesme ki "Allah’ın rahmetinden, kâfir olan topluluktan başkası umut kesmez" Maksadım buydu, bunu anlasın da şu halde sadakalar versin, yalvarsın-yakarsın dedim; çünkü çok yüce bir halden aşağılık bir hale düştü; fakat bu halde de umutlanması gerek. (2)
Anlaşılacağı üzere bu irşatta Pervanenin, Anadolu’daki Müslümanlar üzerindeki Moğol zulmünü hafifletmek için Moğollarla işbirliği yaptığı bu hareketten Şam ve Mısırlıların zarar gördüğü ifade ediliyor. Buradan, Pervanenin bunu iyi niyetle yaptığını Hazreti Mevlana’nın şahitliğinden anlıyoruz. İkinci olarak Hazreti Mevlana’nın Moğollarla ilgili kanaatinin ne olduğu ortaya çıkıyor. Hazreti Mevlana’nın Moğollarla ilgili ne düşündüğü Menakıb-ül Arifin I. Cilt 264. sayfasında çok güzel bir menkıbe ile anlatılıyor, sözü uzatmamak için aktarmıyorum.
Bilindiği üzere Pervane Moğollar karşısında, uzun bir yenilgi döneminden sonra İslam dünyasında onlara karşı ilk zaferi kazanan ve çok güçlü bir konumda olan Memluklu Sultanı Baybars’ı Anadolu’ya gelmeye ikna ediyor. Kendisi İran’da Abaka Hanın yanında iken Hatiroğlu Şerafettin isyan başlatıyor. Pervane Moğol ordusu ile beraber hareket ederek Anadolu’ya gelmek zorunda kalıyor. İsyan bastırıldıktan sonra aynı güçler Baybars’la savaşmak için Elbistan ovasına gidiyor, savaş meydanında Selçuklu Ordusu, pasif kalıyor ve birçok savaşçı Baybars’ın tarafına geçiyor. Neticede bu durum anlaşılınca Abaka Han 1277 yılında Pervane’yi idam ediyor. Hülasa Hazreti Mevlana’nın yukarda belirttiğimiz ikazından sonra canı pahasına Moğollara karşı bir hareket başlatıyor. Elbette tereddütler yaşamış yanlışlar yapmıştır. Ancak bunu iyi niyetle yapmış olabileceğini düşünmek gerek. Nitekim Prof. Dr. Osman TURAN hocamız onun etkili olduğu 15 yılın en huzurlu dönem olduğunu ifade ediyor. Bununla birlikte idamından önce söylediği samimi sözlerin onun hakkında daha insaflı düşünmeyi gerektirdiği kanaatindeyim.(3)
Menakıb-ül Arifin’den, Hazreti Mevlana’nın müsaadesiyle Tokat’ta şeyh olan Fahreddin Iraki için yüksek bir hankah yaptırıldığını öğreniyoruz. Ancak bu hankah Pervanenin yaptırdığı medrese ve hamam günümüze ulaşmasına rağmen bu gün mevcut değildir.
Kanaatimce Tokat’taki bu ilk Mevlevihane, bu gün Taşhan olarak bilinen ve 17. yüzyılın başında yapılan han’ın altında kalmış bulunmaktadır. Taşhan’ın iki yanında Pervanenin Medresesi ve Hamamı bulunmaktadır. Tokat’ta tarih boyunca vuku bulan sel baskınları sebebiyle kod yükselmiş olup medrese ve hamam, 17. yüzyılda yapılan Taşhan’dan 4 metre aşağıda kalmış olması ve Uzun Hasan’ın 1471 yılında Tokat’ı baştan sona tahribi sebebiyle yok olduğu düşünülmektedir. (Anekdot) Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğünün 2010 yılında Taşhan çevresindeki drenaj çalışmalarında hanın güney- batı tarafında bazı odaların kalıntısına rastlanmıştır.(Plan)
Hazreti Mevlana’nın rıhletinden sonra da onun oluşturduğu manevi iklim devam etmiştir. Menakıb-Arifin’in önsözünde Eflaki Dedenin hocasının Mesnevihan Abdulmümin Tokadi olduğu ifade edilmektedir.(4) Mesnevihan Abdulmümin Tokadi’nin, Sultan Veled döneminde Tokat’ta yetişmiş olması muhtemeldir.
Menakıb-ül Arifin’de, Tokat’ın ismi en çok Ulu Arif Çelebi döneminde onun ziyaretleri sebebiyle geçmektedir. Ben teberrüken hızlıca okumak istiyorum.
“Bir gün Garâke Hatun Tokat şehrinde Çelebi hazretlerine hadden aşırı saygıda bulunuyor ve baş koyuyordu. Sultanın karısı Gumac Hatun, Muineddin Pervâne’nin kızı Havendzâde, Şarabsâlâr’ın, Mustevfi’nin ve daha başkalarının kızları gibi ileri gelen hanımlar itirazda bulundular. “Anneye oğlunun önünde baş koymak ve ona bu derece değer vermek düşmez, çünkü eğer talihli bir oğul annesini değerli tutsa, onun önünde baş koysa ve onun elini öpse, bu yerinde bir hareket olur ve bunu caiz görmüşlerdir” diyerek Garâke Hatun’u ayıpladılar. Bunun üzerine Garâke Hatun: “Tanrı daha iyi bilicidir. O, hidayete ulaşanları daha iyi bilir. Ben Ârif’i gördüğüm vakit onu Mevlana sanıyorum, o halin ışığı benim canıma yansıyor ve o ışığın parlaklığına dayanamıyorum. Bu yüzden onun önünde baş koyuyor ve ben onu oğlum yerinde değil, belki şeyhim yerinde görüyorum” dedi. Cuma günü sema toplantısında bütün hatunlar toplanmışlardı. Çelebi hazretleri de vecdler ve heyecanlar gösterip şu rubaiyi söyler: “Biz, göze görünmez lâtif bir canız / Yerde gözükürüz fakat yersiziz / Biz yüzümüzden örtüyü kaldırırsak, herkesin aklını gönlünü kaparız. (5)
Yine Tokat’ta itibarlı bir sofi vardı. Bu sofi çok defa dostların secde etmelerini yerer ve mukallitlere yaraşır bir şekilde itiraz ederdi Çelebi hazretleriyle karşılaşınca can düşmanıyla karşılaşmış gibi korktu. Çelebi ey derviş sana bize secde etmek yakışmaz. Çünkü senin yapacağın secde küfrün ta kendisidir, zira sen bizi kendin gibi bir beşer görüyorsun. Sen beşeriyetten geçip meleklik makamına erişmemişsin. Senin bize saldığın nazar, telbisle dolu İblis nazarıdır. Sen şeyhin zekâ ile dolan içindeki nurlardan habersizsin çünkü eşeksin fakat bizim müritlerimizin secde etmemesi tam bir küfürdür. Çünkü hakkın nuruna sırtını çevirmek, şeytanın mezhebini taklit etmek, körlerin işidir ve büyük hatadır bir kör böyle hareket eder. Bizim dostlar ise ezelden ebede kadar Tanrı’nın: “Ey melekler Adem’e secde ediniz. Onlar da secde ettiler kibir göstermediler. Ayetinde buyrulan emrin kullarıdır. Onların yaptığı bu secde onlar için binlerce hediye ve kuvvete sebep, iblisler içinse, küfür ve reddir. Bunun üzerine bu gönlü yaralı derviş derhal elbiselerini yırttı ve mürid oldu. (6)
Konyalı Arife-i Hoşlika Tokatta halife idi o civarın büyükleri ona mürit olmuştu. Bir gün Nasireddin Vaiz Tokatta bir müddet benim misafirim olmuştu Bütün şehri güzel vaazlarıyla büyülemişti. Bir gün Çelebi arif hakkında bir şeycik söyledi. Ben ona itiraz edip fazlaca incittim. O da bu yüzden bana darıldı ve kalkıp Tokat’tan Niksar’a gitti. Daha ilk cumasında yaralanarak yine Tokat’a geldi. Hastalığının sebebini anlamak ve tedavi etmek üzere memleketin bütün ileri gelenleri ona geçmiş olsuna gelmişlerdi. Nasireddin şöyle anlattı: Niksarda vaaz etmek üzere minbere çıkmış, hararetle vaaza koyulmuştun ve halk arasından feryad figan yükselmişti. Bir de baktım ki Çelebi Arif. Bir doru ata binmiş ve elinde bir mızrak olduğu halde mescidin kapısından içeri girdi ve ta minberin önüne kadar gelerek mızrağını benim sol tarafıma vurup ortadan kayboldu. O heybetten ruhum yaralı bir halde hastalandım ve ne olursa olsun deyip kendimi Tokat’a attım hepiniz şahit olun, ben biçare Çelebinin halis ve muhlis müridi olup iman getirdim. (7)
Çelebi Hazretleri Tokat şehrine geldiği zaman şehrin ileri gelenleri, sultanların hanımları ve Pervane’nin kızı ona son derecede saygı gösterdiler. Orada çok itibarlı ve bilgin bir şeyh vardı ona, meşhur Şeyh Bahaeddin-i Cendi derlerdi Zira bütün din, yakin ve tasavvuf ilminde şeyhti ve eşi benzeri yoktu. Takva riyazet ve dindarlıkta tecessüm etmiş bir melek ve ruhtu . Onu Hankah-ı Münir’e şeyh yaptılar. Bütün din bilginleri, şeyhler, emirler ve ileri gelenler bu posta oturtma töreninde toplanmışlardı. Bu Hankahın Pervane’nin kızı ile ilgisi vardı. Bunun için o şeyh Bahaeddin’i hakiki bir şeyhzade Tanrı elçisinin halifesinin canı olması hasebiyle mutlaka Çelebi Arif’in posta oturtmasını istedi. Çelebi hazretleri âdeti veçhiyle bir köşeye çekilmişti. Sofiler Şeyh Bahaeddin’i ortaya getirdikleri vakit, Çelebi’nin elini öpmeden el çabukluğu ile onu başköşeye oturttular ve tekbir getirdiler. O azizde Çelebi Arif’e gaflet göstererek ilahi bilgiler ve sözler söylemekle meşgul olup Çelebi Arife teveccüh olmayınca Çelebi yerinden fırlayarak kalktı ve sema meydanında gazeller okuyarak dolaştı ve birkaç büyük sofiyi alıp yere vurdu. Tokatlı Şeyh Bahaeddin “Vallahi benim haberim yoktu diyerek özür diledi. Çelebi olan oldu şimdi pılını pırtını toplayıp gitmene bak dedi ve şu mealdeki beyti okudu: Bilgi ile halka kılavuzluk etmek ve yumuşaklıkla halk ile düşüp kalkmak hoştur amma Sen asla bilgisiz kılavuzluk edemezsin Kılavuzluk büyük iştir. Ardından şunu ekledi İşte bu ilim bizim Ledünni olan ilmimizdir medrese ilmi değildir. . (8)
Prof. Dr. Osman Turan hocamız Selçuklular Zamanında Türkiye kitabında, az önce okuduğum menkıbede geçen Hankah-ı Hoca Münir’in, Pervane’nin kızıyla ilgili başka bir zaviye olduğunu ifade etmektedir. Ancak hem söz konusu menakıbta zaviyenin Pervane’nin kızıyla ilgili olduğunun ifade edilmesi ve benim Pervane Zaviyesinin yeri olarak öngördüğüm yere çok yakın, bugün Hacı Münir isminde bir sokağın bulunması, Pervane Zaviyesi’nin sonradan Hankah-ı Hoca Münir ismiyle anıldığını düşündürmektedir.
14. yüzyıl Tokat ve bölge için kargaşaların bitip tükenmediği bir yüzyıldır. Yüzyılın başında 1308 e kadar Selçuklu hakimiyeti düşe kalka devam etmiş. Bu yıldan sonra zaten fiili Moğol hakimiyeti, İlhanlı devletinin kurulması ile birlikte resmi bir hal almıştır. 1335 yılında İlhanlıların yıkılmasıyla, İlhanlı emirlerinden Uygur Türkü Ertena Bey’in kurduğu beylik 1381 yılına kadar hakimiyetini sürdürmüş, ardından Ertenanın önemli devlet adamlarından Kadı Burhaneddin 1392 yılında Osmanlılara yenilene kadar hakimiyet sürerek yüzyılın sonunda bölgeyi Osmanlılara terk etmiştir. Bununla da gaileler bitmemiş, Ankara Savaşı ile sahipsiz kalan bölge Amasya ve Tokat’ın destekleriyle Anadolu birliğini sağlayan Çelebi Mehmet ile birlikte ancak huzura kavuşmuştur.
Muhtemelen bu sebeple, Tokat Mevlevihanesiyle ilgili Menakıb-ül Arifinden sonra ulaşabildiğimiz en eski belgeler 1455 tarihli tahrir defterleridir. Bu belgelerde Tokat Mahalleri arasında 32 hanelik Mevlevihane Mahallesi de vardır. 1471 tarihli tahrirde ise, Mevlevi Mahallesinin 4 haneye düştüğü tespit edilmektedir. Tarihçiler, belirtildiği üzere Uzun Hasan’ın 1471 şehri tahrip etmesi sebebiyle bu düşüşün vuku bulduğunu düşünmektedirler. 1485 tarihinden itibaren, Mevlevihane Mahallesinin Hoca İbrahim adı ile yeniden oluşmaya başladığı ve 1574 tarihinde 12 hane ve 6 bekar Mevlevinin olduğu belirtilmektedir.(9)
Daha sonra, Sultan Ahmed’in vezirlerinden Sülün Muslu Paşa tarafından 1638 yılında bugünkü yerine yaptırılan Mevlevihane ile ilgili 1656 yılında Tokat’a gelen Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şunları söylemektedir:
“Evvela cümleden ma’muru abadan derun-u şehirde Tekye-i Mevlevihane-i Hazreti Mevlanadır. Banisi Merhum ve mağfurun leh Sülün Muslu Paşadır ki, Sultan Ahmed Han vüzeralarındandır. Lakin Sadrazam olmamıştır. Amma sahibi kerem ve sahibi cud olmak ile Ruh-u Mevlanayı şad ve Tariki Hacegan dervişlerini dilşad etmek için bir Mevlevihane bina etmiştir ki misli bir diyarda yoktur. Meğer İslambol’da Beşiktaş Mevlevihanesi ola, ammaki bunun ondan ziyade evkafı olmakla gayet mamurdur. Ve semahane etrafında semazen fukaralarının hücrelerinin cümle revzenleri, canibi-erbaasındaki şukufe ve murgzarlı tezyinatı ile bağ-ı ireme benzerdir. Ve haftada iki gün mukabele olup, ayini Mevlana ederler. Hususen sızıltızadeler nam neyzenleri var ki her biri sanatın fer’idir. Ve gece-gündüz iki kere cümle dervişlere ve Mevlana muhibleri dinletirler.”
Tokat Mevlevihenesi Şeyhi Mehmet Hadi Efendinin Konya’daki asitanede bulunan postnişine göndermiş olduğu 1911 tarihli mektupta dergahtaki bir levhada
Muslu Ağa sohte in tekye ra Mevleviyan ta ibadet mi kuned
Goft Mevlana zi pişet tariheşt ‘Bişnev ez ney çun hikayet mi kuned’
İfadelerini içeren bir tarih olduğunu bildirir.
Bu yapının tarihi kayıtlarda 1703 yeniden yapıldığı ifade edilmektedir.(10) Ayrıca 1845-1875 tarihleri arasında postnişin olan Ali Rıza Dede zamanında Sultan Abdulmecid tarafından onarılarak, Ali Rıza Dede’ye hediye edilmiş olduğunu Sezai Küçük hocamızın Osmanlı arşivinden yayınladığı bir belgeden öğreniyoruz. Sanat tarihi açısından değerlendirdiğimiz zaman, günümüze ulaşan yapının tamamen barok dönem özellikleri göstermesi sebebiyle 1703 yılında yalnızca bir onarım yapıldığı, Ali Rıza Dede döneminde ise Mevlevihane’nin yeniden yapıldığı veya en azından yeniden yapılmaya eş büyük bir onarım gördüğü kabul edilmelidir.
Hasan Yüksel’in Tokat Mevlevihanesi başlıklı makalesinde, postnişinler ile ilgili II. Meşrutiyet döneminde Tokat Mevlevihanesi’nde şeyh olarak bulunan, Mehmet Hadi Efendinin mektubunda vermiş olduğu bir liste ile çeşitli vesikalardan edinilen bilgiler bulunduğu, Mehmet Hadi Efendinin verdiği bilgilerin, belgelerle örtüşmediğini ve dedenin mektubunda Muslu Ağa’nın 1638 de yaptırdığı mevlevihanenin ilk şeyhi Ramazan Dede olduğu, Abdulahad Dedeye kadar kimlerin postnişin olduğunu bilmediğini belirttiği,
Şekaik-i Numaniyyye Zeyli Vekayiül- Füzela’da İlim ve irfan ile malum bir şair olan Talib Mehmet Dede’nin (ölümü 1688) görevde olduğu, harap olan mevlevihaneyi 1703 tarihinde ihya eden Şeyh Müderris Mehmet Efendi’ nin o dönemde şeyh olduğu, ardından Mesnevinin yedinci cildini nazmen Türkçe’ye çeviren ve III. Selim vezirlerinden Gazi Yusuf Paşaya ithaf eden Şeyh Hafız Mehmet Efendinin (ölümü 1816) vazifeye devam ettiği görüldüğünü, daha sonra Tokat Mevlevihanesinde sırasıyla 1821 yılında Şeyh Hasan Efendinin (Ölümü 1829), yılında Şeyh Emin Efendi (ölümü 1845), biraderi Ali Rıza Efendi (ölümü 1875), ardından onun oğlu Şeyh Mehmed Hadi, son postnişin olarak Abdulhadi Dede’nin görev yaptıklarını aktarmaktadır. (12)
Abdulhadi dedenin küçük yaşlarda posta geçmesi sebebiyle 1940 lı yılllara kadar hayata olduğu, Tekke ve zaviyelerin kapanmasından sonrada mevlevihanede Cuma akşamları tek başına sema yaptığı mahalle sakinleri tarafından anlatılmaktadır.
(1) Ahmet Eflaki, Arilerin Menkıbeleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, Cilt I, sahife 618
(2) Mevlana Celaleddin-i Rumi, Fihi Mafih,1982, sahife, 138
(3) Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, sahife 553
(4) Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, Cilt I, sahife 13
(5) Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, Cilt II, sahife 487
(6) Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, Cilt II, sahife 505
(7) Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, Cilt II, sahife 524
(8) Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, Cilt II, sahife 548
(9) Beşirli, Mehmet, Orta Karadeniz Kentleri Tarihi I Tokat, 2005, sahife 332
(10) Beşirli Mehmet, Orta Karadeniz Kentler Tarihi 1 Tokat, sayfa 333
(11)Küçük, Sezai, Mevleviliğin Son Yüzyılı, Tokat Mevlevihanesi Bölümü
(12) Yüksel Hasan, Tokat Mevlevihanesi, Makale
* Eserin Yayımlandığı Kaynaklar:
1- Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma Enstitüsü Tarafından Düzenlenen Günümüzde Yurtiçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları Sempozyumu. 9-10 Aralık 2013 Konya
2- Hasan Akar, Rasim Yılmaz; Tokat Mevlevihanesi ve Son Şeyhi Abdulhadi Efendi, Berikan yayınevi, ss. 314-320. Ankara.2018
* Eserin Yayımlandığı Kaynaklar:
1- Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma Enstitüsü tarafından düzenlenen Günümüzde Yurtiçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları Sempozyumu. 9-10 Aralık 2013 Konya
2- Hasan Akar, Rasim Yılmaz; Tokat Mevlevihanesi ve Son Şeyhi Abdulhadi Efendi, Berikan yayınevi, ss. 314-320. Ankara.2018